Connect with us

Genel

İsrail’in Gazze İşgali: Uzmanlar, ‘İtaatkâr Orta Doğu’ Planından Bahsediyor

İsrail’in Gazze’ye başlattığı kara harekâtı, uzmanlar tarafından uzun vadeli bir işgal planı olarak değerlendiriliyor. Uzmanlar, ABD desteği ve uluslararası toplumun tepkisizliği karşısında İsrail’in ‘itaatkâr bir Orta Doğu’ planı güttüğünü belirtiyor.

Paylaşan

on

İsrail’in Gazze’ye başlattığı kara harekâtı, sadece Hamas’a yönelik askeri bir operasyon değil; Katar’daki zirvenin ardından verilen bölgesel bir mesaj ve uzun vadeli işgal planının parçası olarak değerlendiriliyor. ABD Başkanı Trump, harekâtı desteklediğini ancak hızla bitirilmesini istedi. Netanyahu’nun önerisiyle onaylanan kademeli işgal planı kapsamında Gazze’de çok sayıda bina vuruldu. Esir aileleri, yayımladıkları açıklamada yoğun saldırılardan derin endişe duyduklarını ve hayatta kalan esirlerin yaşamlarının tehlikede olduğunu belirterek Netanyahu’yu siyasi kaygılar uğruna esirleri kurban etmekle suçladı. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz ise, Hamas’ın ‘yenilgiye uğratılması’ ve İsrailli esirlerin serbest kalmasını sağlamak için ordunun kente ‘demir yumrukla’ saldırdığını açıkladı.

Katar Zirvesi Sonrası Harekât: Bir Mesaj mı?

İsrail’in Katar’da gerçekleştirilen zirveden birkaç saat sonra Gazze’ye kara harekâtını başlatmasının İsrail’in bir mesaj verdiğini belirten Akademi Derneği Başkan Yardımcısı Dr. Fatma Yeşilkuş, İsrail’in kara harekâtına girişmesinin, yalnızca Hamas’ın askeri kapasitesini zayıflatmaya yönelik bir operasyonel karar olmanın ötesinde, bölgedeki arabuluculuk girişimlerini yürüten aktörlere ve özellikle Katar gibi Hamas ile İsrail arasında arabuluculuk görevi gören devletlere bir mesaj içerdiğini vurguladı. Bununla birlikte, kara harekâtının Katar zirvesiyle çakışan zamanlaması, bölgedeki aktörlere İsrail’in kararlılığını gösteren bir “güç gösterisi” olarak da okunması gerektiğini belirtti. Askeri kararların uzun hazırlık gerektirdiğini, bu tür kara harekâtlarının haftalar ya da aylar süren planlama sonrası başlatıldığını, yani zirveyi takip ediyor gibi görünse de siyasi, lojistik, stratejik hazırlıkların daha önceden yapılmış olması ihtimalinin yüksek olduğunu, çünkü İsrail ağustos ayının başında Gazze’yi kademeli olarak işgal edeceğini duyurmuştu, dolayısıyla o zamandan itibaren bir planlamanın olabileceğini ve önümüzdeki süreçte çok daha şiddetli saldırılara da şahit olabileceğimizi bildirdi.

Gazze’deki Saldırıların Bölgesel Yayılımı

Gazze’de kara harekâtına geçilmesinin çatışmanın sadece Hamas-İsrail boyutunda kalmayıp vekil aktörlerin devreye girme ihtimalini de ortaya çıkarabileceğini ifade eden Dr. Yeşilkuş, 7 Ekim saldırılarında vekil örgütlerin İsrail’e karşı saldırılar gerçekleştirdiğini hatırlattı. Aynı şekilde çatışmayı başka bir eşiğe taşıyan bu kara harekâtı karşısında da vekil örgütlerin İsrail’e saldırılarını artırması mümkün olabileceğini açıkladı. Ancak diğer taraftan, İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında 2020’den itibaren normalleşme ve ekonomik iş birliğine dayalı olarak imzalanan İbrahim Anlaşmaları vardı. Bu operasyonun iki yönlü bir sonucu ile karşılaşmak mümkün olabilir. Bu operasyon neticesinde, bölge ülkeleri sertlik ve kararlılık göstererek Hamas’a ya da benzeri örgütlere dolaylı desteğini azaltabilir. Diğer yandan operasyonun yarattığı etki nedeniyle bu ülkeler İsrail ile ilişkilerini dondurmaya başlayabilir ve İsrail bunu engellemek adına saldırıları bölgesel olarak yayabilir. 7 Ekim 2023 tarihinden beri uluslararası toplumun İsrail’e karşı “görmedim, duymadım, bilmiyorum” oynamasıyla bu saldırılar yalnızca Gazze ile sınırlı kalmayacaktır. Zaten bölgede birçok ülke ile çatışma hali içerisinde olan İsrail, bu cepheleri de artıracak gibi görünüyor.

İsrail’in Planı: İtaatkâr Bir Orta Doğu

İsrail’in bu saldırgan ve yayılmacı politikalarıyla uluslararası sistemi kilitlediğini belirten Uluslararası İlişkiler Uzmanı Dr. Anar Ali, bu saldırganlığı durdurabilecek uluslararası mekanizmanın, İsrail söz konusu olunca devre dışı kaldığını, “Uluslararası Cezasızlık”ın İsrail saldırganlığını daha da teşvik ettiğini, bu saldırgan politikanın, bölgesel gerilim ve çatışma risklerini de beraberinde getirdiğini açıkladı. Katar’a yapılan saldırı çatışmanın Körfez bölgesine sıçrama riskini ortaya çıkardığını, Katar’ın küçük ama çok etkili bir ülke olduğunu, Orta Doğunun arabulucu bir ülkesine saldırı gerçekleştirerek kırmızı çizgisinin olmadığını gösterdiğini, dolayısıyla dünyanın enerji kaynakları açısından son derece önemli olan Körfez Bölgesi ülkelerinin de bu anlamda tedirgin olduğunu, fakat İsrail’in gerektiğinde çatışmayı genişletmek düşüncesinde olduğunu, çünkü “itaatkâr bir Orta Doğu” planladığını ve plana karşı çıkan ülkelere karşı da saldırgan politika izlediğini, Katar saldırısının bunun en somut örneği olduğunu bildirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar’da katıldığı zirvede yaptığı konuşmada diplomatik gayretlerin İsrail’e yaptırım uygulamalarının artması için yoğunlaştırılması gerektiğini, İsrailli yetkililerin adalet önünde hesap vermeleri için uluslararası hukuk mekanizmaları kullanılması gerektiğini vurguladı. Erdoğan, son dönemde bazı İsrailli siyasetçilerin ‘Büyük İsrail’ hezeyanını sık sık tekrarladığını belirterek İsrail’in komşu ülkelerdeki işgallerini genişletme çabalarının bu hedefin somut birer tezahürü olduğunu açıkladı.

İsrail’i ne durduracak sorusuna yanıt ararken, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun 2 gün önce İsrail’i ziyaret etmesi ve bugün kara harekâtının başlamasının çok manidar olduğuna dikkat çeken Dr. Ali, bu gelişmenin, işgal harekatına ABD desteğinin koşulsuz olduğunu bir kez daha gösterdiğini, Gazze’yle ilgili İsrail ve ABD’nin ortaklaşa hazırladığı bir planın söz konusu olduğunu, planın özünün Gazze’yi insansızlaştırarak burayı işgal ve daha sonra ilhak etmek olduğunu, Katar’daki zirve sonuçlarının bir yaptırım getiremeyeceğinin farkında olduğu için İsrail’in bu kadar rahat saldırgan politika izleyebildiğini, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Liginin bu anlamda etkisiz kaldığını, Türkiye dışında İsrail ile ticari ve diplomatik ilişkilerini askıya almış bir İslam ülkesinin maalesef olmadığını, bunun da bu örgütlerin etkisizliğini gösterdiğini, hem Katar saldırısıyla hem de bu kara harekâtıyla İsrail’in sadece bölgesel ülkeler için değil uluslararası hukuk ve sistem için de ne denli bir tehdit olduğunu gösterdiğini belirtti.

İsrail’in askeri ve siyasi operasyonlarını kısıtlayabilecek en doğrudan unsurun, kendi iç kamuoyu ve siyasi dengeler olduğunu söyleyen Dr. Yeşilkuş, uzayan kara harekâtı, artan asker kayıpları ve ekonomik maliyetlerin, İsrail toplumunda hükümete yönelik baskıyı artırabileceğini, çünkü İsrail içerisinde de Netanyahu ve kabinesinin bu planlarına karşı olan çok büyük bir kesimin olduğunu bildirdi. Türkiye’nin çok uzun zamandır uluslararası topluma İsrail ile askeri ve ticari ilişkilerin son bulması yönünde birçok kez çağrıda bulunduğunu fakat uluslararası toplumun kendi çıkarları doğrultusunda İsrail’in bu saldırılarını kınamaktan öteye gidemediğini, netice itibarıyla İsrail’in uluslararası toplumdan izolasyonu, askeri ve ekonomik desteğin kesilmesiyle başka bir sürece şahit olabileceğimizi, en önemlisi ise Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’in çıkarlarını sorgusuz ve koşulsuz desteklemesinin, İsrail’i kim durduracak sorusunun önemli olması kadar “ABD’nin İsrail’e olan katı desteği nasıl son bulacak?” sorusunun da çok önemli olduğunu vurguladı.

İsrail, “itaatkâr Orta Doğu” politikasına direnen herkesi hedef alacak. Sadece Gazze ile sınırlı kalmayacak, şu an Batı Şeria’nın bir kısmının da ilhak edilmesi gündemde. Bazı Batı ülkelerinin Filistin devletini tanıma hamlesine karşı bu adımı da atabilir. Katar saldırısıyla İsrail körfez ve hasım gördüğü ülkelere net bir mesaj verdiğini düşünüyor. Yani Gazze konusunda cılız açıklamalar ve kınamalar dışında İsrail’e yönelik eyleme geçmeleri durumunda benzeri saldırıları onlara da yapabileceğini gösterdiğini düşünüyor. Dolayısıyla, Arap ülkelerinin İsrail’in bu yayılmacılığına karşı askeri ve siyasi anlamda karşı durma imkanı yok. İsrail devletinin yayılmacı politikasını iyi analiz etmek lazım. İsrail ABD’den almış olduğu sınırsız ve koşulsuz destekle Orta Doğu’da hiçbir şekilde organik, büyük ve egemen devletler olmasını istemiyor. Kendisine tehdit oluşturabilecek bütün ülkelere yönelik “Lübnan Modelini” yani etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş, ordusu pasifise edilmiş bir ülkeler zincirini dizayn etmek istiyor. Asıl mesele terörizmle mücadele değil, soykırım ve işgal.

Continue Reading
Hemen Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir